Abstract
Demokratik bir sistemde, hür iradesi ile meşru otoritenin kaynağı olan halk, temsilcileri aracılığıyla yönetime katılır. Dolayısıyla, yönetenlerin aldığı siyasal kararların arkasında dolaylı olarak çoğunluğun iradesi bulunur. Siyasal kararların arkasında halkın iradesinin bulunması ve halkın bunun bilincinde olması yönetime meşruiyet kazandırır.
Türkiye'de eşitlik ve adalet ilkelerine dayanmayan bir seçim sis-teminin yürürlükte olması, çoğunluğun iradesine dayanması gereken yönetimin bu niteliğinin zedelenmesine neden olmuştur. Seçimlerde, yüzde on oranındaki barajı aşamayan küçük partilerin seçmenlerinin parlamentoda temsil edilmemesi; barajı aşan büyük partilerin ise almış olduğu oy oranları ile çıkarmış oldukları milletvekili sayısının dengesiz oluşu, yönetimin meşru olup-olmadığı tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Nitekim, 29 Kasım 1987 milletvekili genel seçimlerinde, seçime katılan yedi partiden sadece üçünün seçmenleri parlamentoda temsil edilebilme şansını elde edebilmişlerdir. Diğer dört küçük partinin seç-meni ise milletvekili çıkaramadığı için parlamentoda temsil edilme hak-kını elde edememiştir. DSP ve RP toplam oyların %15. 7'sini almış olmalarına rağmen hiçbir milletvekili çıkaramamış, aldıkları oylar boşa gitmiştir. Buna karşılık, birinci parti konumunda olan ANAP, elde etmiş olduğu %36'lık oy oranına karşılık parlamentonun %64'ü oranında milletvekili çıkarmıştır. Yine 1991 milletvekili genel seçimlerinde RP almış olduğu %16. 9 oy oranına karşılık 62 milletvekili çıkarırken, DSP almış olduğu %10. 8 oy oranına karşılık, normalde 45 milletvekili çıkarması gerekirken ancak 7 milletvekili çıkarabilmiştir. Bu somut örnekler Türk siyasal yaşamında ciddi bir temsil sorununun varlığını göstermektedir.